Schneider Electric Paris Maratonu 2019 Raporu

Uzun zamandır, uğruna sıkı sıkı antrenman yaptığım hedef yarışım bugün. Kritik bir karar vererek altı hafta önce alelacele Antalya Maratonu’nda koştuktan sonra yeterince toparlanabildim mi bilmiyorum. Ama dün gece bebek gibi uyumuş olmamı, yaşadığım stresi Antalya ile Paris arasında paylaştırmış olmama bağlıyorum. Evet, belki de ilk defa yarıştan önceki gece sıkı bir uyku çektim. Bu işlerin yolunda gittiğini gösteriyor.

Lakin hava durumu tahminlerine göre hava sıcaklığının sıfır derece civarında olması bekleniyor. Şayet hava bu kadar soğuk olursa, hedefimi tutturamam. Kendimi biliyorum, soğukta kaslarım hareket edemez hale gelir. Ben daha ziyade sıcağı seven biriyim. Bu yüzden de başkalarına göre fazladan bir kat giyerek koşarım. Rüzgarlık diye tabir edilen çok hafif bir ceket var. Tişört üstüne bir rüzgarlık giyerek koşacağım. Şayet hava ısınırsa bu rüzgarlığı kendi cebine toplayıp elinizde tutabiliyorsunuz. Toplandığında iri bir portakal büyüklüğüne geliyor ve elinize geçirip tutmak zorunda kalmayacağınız bir de lastikli eki mevcut. Yani oldukça kullanışlı ve özellikle koşucular düşünülerek dizayn edilmiş bir şey…

Yarış için bana verilen başlangıç saati 08:32’ydi. Bitirmeyi tahmin ettiğiniz süreye göre başlangıç zamanlarınız değişiyor. Ben üç saat on beş dakikada bitirmeyi hedefliyorum bu sebeple önlerde sayılabilecek bir yerde başlayacağım ama kalabalık bir yarış olacağı için ilk etapta başlangıç çizgisini göremeyebilirim.

Kaldığım otel alışıla gelmişin dışında kahvaltıyı saat altıdan itibaren vermeye başlıyordu. Bunu değerlendirip hafif bir kahvaltı yaptım. İki dilim reçelli ekmek ve bir bardak çay, hepsi bu. Saat yedi buçuk gibi otelden çıkıp en yakın metroyla yarım saatte başlangıç alanına vardım. Başlangıç Zafer Takı’nın önünden Concorde Meydanı’na doğru uzanan Şanzelize Bulvarı’ndaydı. Bulvarın ortası koşucularla, yanları da koşucuların yakınlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Kendi yerimi bulmam on dakika sürdü ama gerçekten iyi organize edilmiş olduğundan kolaylıkla bulabildiğimi söylemek isterim.

Bu arada yarışlarda emanet çanta bırakabileceğiniz yerler olur ama ben adetim üzere çanta bırakmam. Bırakması da alması da problem gibi görünür bana. Birkaç yıl önce İstanbul’da çanta elimde başlangıç alanında kalakalmıştım. Bizleri taşıyan toplama otobüsü bilinçsizce İstanbul turu attığı için benimle beraber bir otobüs insanın geç kalmasına sebep olmuştu; İstanbul Maratonu’nun neden popüler bir yarış olmadığını bu hadiseden yola çıkarak az çok anlayabilirsiniz. Umarım biz de bir gün bu organizasyon işini çözeriz. Neyse ben artık emanete çanta bırakmıyorum, her nerede olursam olayım.

Elimi kolumu sallayarak, sıfır stres modunda başlangıç alanında yerimi aldım. Koşarken bazen müzik, bazen de sohbet kayıtları (Podcast) dinlerim. Bugün de kulaklığımı takmış ve dinleyebileceğim şeyleri hazır hale getirmiştim. Ama yarış başlayıp iyice ısınana kadar en az on dakika sessizce koşmayı tercih ediyorum.

O kalabalıkta ve gürültüde başlangıç sinyali verildiğini zor duydum. Beraberindeki herkes önce hafifçe yürümeye sonra da yavaş yavaş hızlanmaya başladı, kalkış yapan uçaklar gibi. Tam başlangıç çizgisine geldiğimizde yol genişlediği için rahatlıkla koşulabilir bir hal alıyordu. Hep beraber tam çizgide kalkış yaptık. İnsan seli halinde Concorde Meydanına doğru koşuyorduk. Sağımızdaki ve solumuzdaki izleyiciler bağırıyor, tezahürat yapıyor ve bizleri alkışlıyorlardı. Hemen adrenalin moduna geçtim.

Meydandan nehir gibi akarak döndük. Bu kadar kalabalık bir grupla ilk defa koştuğum için bu manzarayı ben de ilk defa görüyordum. Bizim koştuğumuz maratonlarda yarış her zaman otoyollarda başlar ve şehrin içine girene kadar da insanlar seyrekleşir. Bu arada İstanbul Maratonu’na yaklaşık 5 Bin, Antalya Maratonu’na 500 kişi katılır; bu yarışta 50 Bin kişi var.

İlk yarım saat önüme çıkan yavaş koşucuları geçmeye çalışıp sürekli ritmim bozularak geçirdim. Tam olarak başlayacağı yeri bilemeyen tecrübesiz koşuculardan daha önce de bahsetmiştim, normal olarak burada da yanlışlıkla hızlı koşucuların önüne geçen yavaş koşucular vardı. Kalabalık olduğu için çok sık karşılaştım hepsi bu.

Arnavut kaldırımlı yollar. Paris bu taşları çok seviyor olsa gerek, her yerde karşıma çıkıyorlar. Bu taşlar yamuk yumuk ve hızlı gitmemi engelliyor. Neyse ki yolların tamamı böyle değil.

Parkur, başladığımız caddeden kıvrılıp şehrin derinliklerine doğru bir girip bir çıkarak şehrin önemli noktalarının yanından geçiyordu. Louvre Müzesi’nin yanından geçerken müzeyi dışarıdan görebildiğim kadar görmeye çalıştım. Tabi görebildiğim sadece bir saniyeliğine cam piramit oldu.

Yarışın başında hiç bir problem yaşamadım. Dediğim gibi yarışa stressiz başlamıştım ve enerjim artarak koşuyordum. Vücudum iyice ısınmış, beraberinde koştuğum tavşan atlete uyum sağlamıştım. Her şey yolundaydı.

Parkur şehir dışındaki bir parka doğru devam etti. Şehirdeki bu muazzam yarışa rağmen, yarışa katılmayıp parkta koşan bir çok insan olmasına şaşırdım. Tabi herkes bu mesafeyi koşmak istemeyebilir ama ben olsam en azından o saatte koşmaz, koşanları desteklerdim diye düşünüyorum. Sonuçta bir saat sonra ortalıkta kimse kalmayınca rahat rahat koşabilirsin.

Hayvanat bahçesi ve hipodrom gibi bilumum noktayı geçtikten sonra yol geri döndü ve Seine Nehri’nin kıyısından devam etti. Nehir kıyısına gelene kadar tepe çıkmışız ama farkında değildim, bayır aşağı koşunca anladım. Sonra da nehir boyunca yokuş inip çıkarak koşmaya devam ettik. Köprülere gelince yol alçalıp köprünün altından geçiyor ve bir süre sonra tekrar yükseliyordu. Gerçi Antalya Maratonu’nun dik çıkışları ve sert inişleriyle kıyaslanamazdı. Daha yumuşak ve fark edilemeyen bu iniş çıkışlar bir süre sonra gerçekten yormaya başladı.

Sanırım Notre Dame’a yakın bir yerden tünele girdik. Tam olarak uzunluğunu bilmiyorum, bana bir kilometre kadarmış gibi geldi. Tünelde oksijen seviyesi düşüktü. Yılların birikmiş karbonmonoksit ve mazot kokusu oksijenle karışıp ciğerlerinize işliyordu. Kısa bir tünel olsa bunun bir hükmü olmazdı ama tünel uzun olunca bir an önce bitmesini istedim.

Tekrar yola dönüp temiz havada koşmak ritmimi geri getirdi ama tavşan atletle aramızdaki mesafe açılmıştı. Hala taşıdığı bayrağı görebiliyordum ama ona yetişmek için fazladan güç harcamak istemedim ve uzaktan takip etmeye başladım.

Eyfel Kulesi’nin önüne geldiğimizde yarışın yarısından çoğu bitmişti. Gücüm kuvvetim yerindeydi ama hızımı artıramıyordum. Hızımı koruyup son beş kilometrede son gaz koşmayı planladım. Bu arada kolumdaki mesafeyi ölçen dijital saat beş yüz metre hatalı göstermeye başladı, artık hedefimin neresinde olduğumu hesaplayamıyordum. Önümdeki tavşan atlet gözden kaybolmuştu. Ben de etrafımdaki diğer koşucularla beraber koşmaya başladım ama herkes yavaşlamaya başlamıştı. Yarışın sonu yaklaşıyordu. Yavaş yavaş pes edenler ve yürüyerek geçebileceğiniz koşucularla karşılaşmaya başlamıştım. Onlarla beraber hareket etmenin bir dezavantajı, hep beraber yavaşlamak olabilir. O esnada bunları düşünemiyor ve doğru karar veremiyorsunuz ama yine de başkalarıyla beraber hareket etmek daha güvenli.

Sanırım yirmi beşinci kilometreden otuz beşinci kilometreye kadar düz gibi görünen ama sürekli eğimi artan bir yoldayız. Bunun anlamı farkında olmadan yokuş yukarı çıkıyor olduğumuzdur. Yokuş hissettirmeden kuvvetimi tüketti. Son bölüme girerken artık hızlanabilme hayalim suya düşmüştü. Hızım, hedeflediğimden yirmi saniye yavaştı. Bu durumda son on kilometrede toplamda üç dakikalık bir kaybım olacaktı. Bu kaybı göze almaktan başka bir şansım yoktu, daha da yavaşlamamak uğruna hızımı korumaya odaklandım.

Son bölüm büyük bir parkın içindeydi. Hava sıcaklığı iyice arttığı için parkın içinde serin bir esintiyle karşılaştım. Sanırım yarışın başıyla sonu arasında on yada on beş derece bir fark oluşmuştu, bu herkesi çok kötü çarpıyordu. Bu denli bir hava değişimi hiç alışık olunan bir durum değildir. Vücut bu duruma aşırı tepki verir ve nabzınız kontrolsüz olarak artmaya başlar. Nabzın yükselmesi karşısında iki seçeneğiniz kalır; birincisi yavaşlayıp sakinleşmek, ikincisi önünüze çıkacak duvara çarpmayı göze almak!*

Yarışın sonu yaklaşıyordu, bu sebeple yavaşlamadım yani riske girip yoluma devam ettim. Yol buyunca sürekli kendimi dinlemeye, derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalışıyordum. Bacaklarım artık vücudumu taşıyamayacak hale geldiğinin sinyalini vermeye başladı. Bacaklarım uyuşmaya ve artık acı hissetmemeye başladım… Bu durum son dakikaların geldiğinin sinyalidir, bu aşamadan sonra durup dururken beyin fişi çeker ve bacaklarınızı kontrol edemez hale gelirsiniz. Bunun olmasını istemiyordum, hele ki yurt dışındayken ve daha gezilecek koca bir şehir varken olmazdı. Çıkacak sonucu kabullenip yavaşladım.

Son kilometreleri bacaklarımın beni götürdüğü hızda tamamladım. Bitiş çizgisinden geçerken çok sakin ve dinlenmiş gibiydim. Belki de hızımı çok erken düşürme kararı almıştım. Belki de çok temkinliydim, belki de sadece korktum.

Sonuç olarak 3:23:50’de yarışı tamamladım. Hedeflediğim süreden sekiz dakika elli saniye gecikmeli. Bir önceki süremden daha iyi bir sürede bitirebilmiş olduğuma seviniyordum ama gerçek anlamda istediğimi yine başaramamıştım.

Zombiler gibi ayaklarımı süre süre ilerlemeye devam ettim. Bitiş çizgisinden sonra hediye tişört ve bitirme madalyası aldım. Bol bol meyve ikram ediliyordu. Muz ve portakal yemek için biraz vakit harcadım zira otele dönene kadar vücudun toparlaması iyi olurdu. Bol bol su içtim ve fazladan bir şişe suyu da elime alıp oradan ayrıldım.

Toplamda 47486 kişi arasında 5433’üncü olmuşum. Yüzdelik dilime bakacak olursak aşağı yukarı ilk %11’lik dilimdeydim yani ben otele dönerken insanlar henüz bitirenleri görmeye başlamamışlardı. Elimde madalyam ve hediyelerimle yolda yürüdüğümden yarışı tamamlamış olduğum sonucu çıkarılabiliyordu herhalde, insanlar kaçamak bakışlar atıyorlardı. Belki de elit atlet olduğumu sanmışlardır, neden olmasın!?

Otele döndüm, toparlandım ve biraz dinlendikten sonra şehri keşfetmek üzere tekrar sokaklara çıktım. Artık bacaklarımdan yana bir problem hissetmiyordum ama merdivenlerden uzak durmak şartıyla tabi. İnsan birkaç gün boyunca merdivenlerden zombi gibi inmek zorunda kalıyor.

* Duvara çarpmak; koşucuların aşağı yukarı otuz ikinci kilometreden sonra glikojen depolarının tükenmesinden kaynaklı çöküşünü ima eden bir tabirdir.

Schneider Electric Paris Maratonu 2019 Raporu’ için 7 yanıt

  1. Okurken sizinle birlikte koştuk, yorulduk, nabzımız yükseldi, susadık, oksijensiz kaldık. Sizden aldığım cesaret ile 2 yıl içinde ilk maratonumu koşmayı artık daha çok istiyorum 🙂 Nice güzel maratonlarınız olsun. Sevgiler.

    Beğen

    1. Çok teşekkür ederim. Umuyorum zamanla daha da iyi raporlar yazabilir hale gelirim… İnanıyorum ki hedefinize kesinlikle ulaşacaksınız. Nice maratonları hep beraber koşarız inşallah.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s