Güzel bir güne uyandım. Neredeyse dün koşmamış gibiydim, ne bir ağrı ne bir sızı hissetmiyordum. Keyfim ve enerjim yerindeydi. Güne bu şekilde başlamak bende rahatlık ve mutluluk yarattı. Önümüzdeki birkaç gün Paris’i gezmek istiyordum. Bedenim gezmeyi kaldıramayacak olsaydı, keyfim kaçardı doğrusu. Izdırap çeke çeke dahi olsa en azından birkaç önemli yeri görmeden dönmezdim ya neyse.
Planımda bugün öncelikli olarak Louvre Müzesi’ni gezmek vardı. Bu müze dünyanın en büyük ve en önemli eserleriden bazılarını barındıran bir müze. Giriş sırasının uzunluğu efsanevi boyutlardaymış. Hal böyle olunca Versay Sarayı’ndan tecrübeyle sabahın erken saatlerinde müzenin kapısındaydım.
Müzenin açılış saati dokuzdu. Ben de yarım saat kala sıraya girdim. Önümde tam olarak yirmi kişi vardı. Soğukta hareketsiz beklemek bacaklarıma iyi gelmedi, yavaş yavaş ağrı duymaya başladım. Olduğum yerde kıpırdanıp durarak bacaklarımı hareket ettirmeye çalıştım, işe yarıyordu. Sanırım toparlanma sürecinde hareketsiz kalmak toparlanmayı geciktiriyor. Yani zorlanmadan ve abartmadan hareket halinde olmak gerçekten fayda sağlıyor.
Kapılar açılır açılmaz elime bir harita alıp, doğruca Mona Lisa tablosuna gittim. Benimle beraber herkes tabloya doğru koştu. Yanlış bir dönüş yaparak tabloya gecikmeli ulaştım.

Başka kapıdan da turlarla gelenler giriyordu bu sebeple ben Mona Lisa tablosunu bulana kadar salon bu hale gelmiş. Neyse çok üzülmedim zaten beş metreden fazla yaklaştırmıyorlarmış. Uzaktan izlemekle yetindim. Mona Lisa tablosunu İtalyan asıllı bir meraklının 1910’lu yıllarda çalıp evine götürdüğünü ve iki yıl kendi evinin duvarında sergilediğini biliyor muydunuz? Adam resmen efsane, kabul etmek gerek.
Bu müze büyük, yani bir günde ancak her tabloya göz ucuyla bakarak gezilebilir. Ben de öyle bir şey yaptım. Elimde harita hızlıca her tabloya göz ucuyla baktım ve beğendiklerimde durdum. Başka bir şekilde bu müzeyi gezebilmek için arka arkaya birkaç gün gelmek gerek. Yani mantıklı davranmaya çalıştım. Bu şekilde dört saatten fazla yürüdüğüm aklınızda olsun.

Her yeri gezdiğime kanaat getirdikten sonra aynı bahçedeki L’Orangerie Müzesine geçtim. Burası küçük ve değişen sergilerin olduğu bir müze. Tek değişmeyeni bildiğim kadarıyla Monet’in Water Lilies eseri. Bu eser duvardan duvara ikinci katın tamamını kaplıyor. Ne yazık ki renkleri artık eskisi gibi canlı görünmüyor, hatta eserler zar zor görülüyor, ciddi bir renovasyona girmek zorunda kalabilir.
Bu müzeden sonra yürüyerek Forum Halles isimli meydana ve alışveriş merkezine gittim. İyice acıkmıştım ve yemek hususunda seçici biri olduğum için yiyebileceğim birşeyler bulmak için saatlerce yürüyebilirim. Forum Halles’te bana uygun yiyebilecek birşeyler buldum.

Oradan Pompidou isimli sanat merkezine geçtim. Farklı bir mimarisi var ve gerçekten garip görünüyor. Ama kesinlikle ilgi çekici.

Notre Dame Katedrali’ne doğru giderken yolda La Marais ve Valilik binasını da görüp Sen nehrini geçtim. Yukarıdaki fotoğrafta nehrin sağında görülen yoldan koşmuştuk dün. Koşarken göremediğim onlarca şey varmış etrafımda.

Ve yanmadan birkaç saat önce Notre Dame kilisesi. Gezip gördükten sonra, otele dönerken; itfaiye, polis, jandarma, ambulans daha ne kadar acil durum müdahale ekibi varsa oraya doğru gitmeye başladı. Gri duman şehrin her yerinden görülüyordu. Yangın olduğu belliydi ama orası olabileceği aklıma gelmemişti zira yüksek bir yerde değilseniz görmek mümkün değil. Geri dönüp yangın izleyecek de değildim. Gerçekten üzüldüm ama.
Bu katedral her ne kadar, dinen benim için bir şey ifade etmesede tarihi bir eser, sanatsal bir yapı olarak zarar görmesine çok üzüldüm. Muhtemelen her gün binlerce ziyaretçisi vardır. Görkemli ve her parçasında bir sanat eseri barındıran açık hava müzesi gibiydi. Umarım hasar büyük olmamıştır.
Dün akşam o kadar yorgunmuşum ki hızlı hızlı ve hiç özen göstermeden yazmışım. Daha sonra bu yazıları tekrar gözden geçireceğimi söylemiştim ama en azından bir iki fotoğraf daha ekledim şimdilik. isterseniz dünkü yazıma tekrar bir bakın.
Günü gününe yazmak da oldukça zormuş. Yani düzgün yazmak için vakit ayırmak gerekiyor ve bu şartlarda vakit ayırmak pek mümkün değil. Ya yorgun oluyorsunuz ya da geç gelmiş oluyorsunuz. Aslında yazacak çok şey var aklımda ama vakit burada her zamankinden daha değerli. Belki dönünce bazı konularda uzun uzadıya yazarım, şimdilik böyle olsun.