Bu yarıştan ilk kez nasıl haberim olduğunu hatırlamıyorum. Muhtemelen yarış takvimlerinden birinde dikkatimi çekmiştir. Tuz Gölü’nün kurumuş havzasında Temmuz sıcağında koşmak, uçsuz bucaksızmış gibi görünen beyazlıkta kendini kaybetmek fikri o zamanlar bana bilim kurgu kitaplarından alınmış bir sahne gibi gelmişti. Yeterli antrenman birikimim olmadığından “Bir gün bu yarışı da koşmak lazım.” diyerek bu fikri aklımın bir köşesine yazmıştım.
Uzun bir zaman sonraydı. Prof. Dr. Taner Damcı’nın “Koşuyorum Öyleyse Varım” isimli kitabını okurken Tuz Gölü’ndeki bu organizasyonla yine karşılaştık. Bu yarış kitapta altı gün süren çok etaplı bir yarışın parçası olarak anlatılıyordu. Oysaki yarışın konsepti değişmiş ve farklı mesafelerde, tek seferde koşulan bir yarış halini almıştı.
İkinci kez karşıma çıkan bu yarışı koşma vakti gelmişti. Daha sonra öğreneceğim üzere birkaç arkadaşım daha bu yarışa katılmayı planlıyormuş. Hal böyle olunca toplamda altı kişi olduk. Üç kişi biraz yolu uzatıp, senelik iznimizi de geçirmek üzere Kapadokya’da kamp yaparak haftaya başladık. Yaşadığımız yer düşük rakımlı ama Tuz Gölü ve Kapadokya yüksek rakımlıdır. Bu değişiklik bizi zorlayacaktı. Bu bağlamda yarışa kadar yüksek rakıma da alışmış olacaktık.
Hafta boyunca Kapadokyada gezip tozduk. Birkaç ay sonra katılmayı düşündüğümüz Kapadokya Ultra Patika yarışının parkurlarında da keşif yaptık. Daha sonra Tuz Gölü’nün Şereflikoçhisar kıyısındaki kamp alanına geldik.
Aslında ilk kamp alanı Aksaray’daydı. Yarıştan birkaç gün önce yarışın yapılacağı bölgede füze denemeleri yapılacağı duyurusu yapılınca hepimizi bir telaş sardı. Yarış iptal mi olur, yeri mi değişir derken, biz arkadaşlarla gerekirse kıyısından da olsa tuz gölünde koşmadan dönmeme kararı almıştık. Organizasyon bu denemelerin iptali için uğraştıysa da başarılı olamamış olsa gerek ki yarış alanı taşındı ve problem çözülmüş oldu. Bence Şereflikoçhisar iyi de oldu. O ilçeye böylesi büyük bir organizasyon yakışır. Ulaşımı da daha kolay.
Neyse biz yeni kamp yerini öğrenince hemen yola çıktık. Cuma günü öğleden sonra kamp alanına vardık. Hızlıca çadırlarımızı kurup, yarış kitlerimizi almaya gittik. Herhangi bir problem yaşamadan işlerimiz hızlıca halloldu.
Kamp alanı Tuz Gölü’nün sınırlarının başladığı, toprakla tuzun karıştığı bir yerdeydi. Etrafta ne bir bitki, ne bir taş, ne de bir tümsek vardı. Kamp alanında Şereflikoçhisar Belediyesinden geldiğini düşündüğüm iş makineleri, su tankerleri ve vidanjörler hazır bekliyordu. Bu alanda kanalizasyon olmadığı için organizasyonun seyyar tuvalet ve banyolarına su temin ediliyor ve kirli suyun aktarımları yapılıyordu. Buraya gelmeden önce tuvalet ve banyo konusunda çok endişeliydim. Ama gördüğüm sistemli çalışma sayesinde en ufak bir problem yaşanmıyordu.
Meydan gibi düzenlenmiş kamp alanının bir köşesinde büyük sahra çadırları kurulmuş, ortak kullanıma açılmıştı. İnsanlar yapay gölgelerde dinleniyor ve sohbet ediyordu. Diğer bir alan yemekhane ve kafeterya alanıydı. Büyük bir bölüm kişisel çadırlara ayrılmıştı. Diğer bir bölüm ise sponsor firmaların stantlarından oluşuyordu. Bu meydan tam anlamıyla bir panayır alanını andırıyordu. Aklıma Kaliforniya’da yapılan Coachella Festivali geldi. Bu organizasyon günün birinde o çapta bir festivale dönüşebilir.
Bu yarışta 160 kilometre koşacak bir grup vardı. Onlar bizden bir gece önce yarışa başladılar. Akşam vakti alkışlar eşliğinde onları yolcu ettik. Daha sonra diğer arkadaşlarla bir araya geldik. Alelacele kurduğumuz çadırları bir yere taşıyıp kendi bölgemizi kurduk.
Akşam yemeğinde makarna ve kızarmış tavuk bulunuyordu. Porsiyonlar hatırı sayılır ölçüde olunca kimsenin sesi çıkmadı. Karnımız doydu. Teşkilatlı gelen arkadaşlardan biri kahve de demledi. Akşam kahvesi sayesinde keyfimiz tamamlandı.
Biraz erken yatalım ve dinlenelim diye gece yarısı olmadan çadırlarımıza çekildik. Çok zaman geçmemişti ki rüzgar çıktı. Biz çok kamp tecrübesi olan insanlar değiliz bu bağlamda çadırlarımızı yere iyice sabitlememiştik. Çadırların köşelerini yere sabitlemiştik ama yan bağlamaların ne kadar gereksiz süslemeler olduğunu düşüyorduk. Yanılmışız! Çadırlar ilk rüzgarda eğilip büküldü. Bazılarının çıtaları kırıldı. Biz şanslıydık. Kalabalık olunca o rüzgarda her bir bağlamayı güç bela yere sabitlemeyi başarmıştık. Gerçi çadırın şeklini düzeltemedik ama en azından rüzgara karşı durabilmesini sağlamıştık.
Saat kaçta yattığımızı hatırlamıyorum ama sabah beşte sabah namazına kalktığımı hatırlıyorum. Sonra da diğer arkadaşları uyandırdım. Böylece ortalık kalabalıklaşmadan ihtiyaçlarımı giderip hazırlanabilmiştim. Yarışın başlamasına bir saat kala hazır ve nazırdık.
Gecenin ortalarına kadar süren rüzgar birçoklarımızı uykusundan etmişti. Ama kimsenin bu durumdan şikayet ettiği de yoktu. Açık havada uyumak herkese iyi gelmişti.
Dün gece yarışa başlayanlar, o sert rüzgara rağmen yollarına devam etmiş ve güneşin doğuşunu izlemişlerdi. Halen koşmaya devam ettiklerini düşündükçe aklım başımdan gidiyordu. Ben sadece 42 kilometre koşacaktım, 160 kilometrenin yanında küçük bir ayrıntı.
Sabah neredeyse hiç bir şey yemeden başlangıç çizgisine dizildik. Önde 80K ve 42K koşacaklar, arkada 21K ve 10K koşacaklar geliyordu. Toplamda 500’den fazla insan vardı. Sanırım bu yarış katılımın en yüksek olduğu zamanları yaşıyordu. Organizasyon bu işlerde çok tecrübeli olduğundan her şey tıkır tıkır işliyordu.
Saat 8:00’de 80K yarışı büyük bir gürültüyle başladı. 08:15’te ise biz başladık. Hava bulutlu ve serindi. Neredeyse koşmak için ideal hava koşulları vardı diyeceğim. Toprakla karışık alandan çıkmamız sadece iki kilometre sürdü. Alabildiğince uzanan beyaz tuz kristallerinin üstünde koşmaya başladık. Hani kışın donmuş karlara basa basa yürürsünüzde ufalanan karlar her adımınızda ses çıkarırya, işte tam olarak öyle bir şey. Tek farkı hava soğuk değil sıcak.

Tuz üstünde koşmak çok zor değildi. Ama yol koşusu da değildi elbet. Hatta sekizinci kilometreden sonra tam olarak kurumamış bir alanda suların içinde koştuk. Malum Tuz Gölü havzası yaz mevsimlerinde kurur ve üstüne basılacak hale gelir ama bazı yerlerde tamamen kurumamış olabiliyor.
Suların içinden çıkınca tekrar hızlandım. Ayakkabılarım tamamen suya gömülmüş ve içleri su dolmuştu. Havanın sıcak olmasından dolayı hemen kurudu ama kuruyan tuz kristalleri canımı yakmaya başlamıştı. 11’inci kilometrede bir kontrol noktası vardı. Bu noktadan hızlıca geçip geldiğim yerden geri koşmaya başladım. Dolayısıyla aynı yerde yine suya girdik. Bu sefer alışkın olduğumdan üstüm ıslanmasın diye bakmayıp, var gücümle suların içinde koştum. Ne üst kaldı ne baş, tuzlu su kuruyunca her yerim bembeyaz oldu.
Başlangıç alanına dönerken 21K koşanlarla karşılaşıyorduk. Parkur insan kaynıyordu adeta. Başlangıç noktası üçüncü kontrol noktasıydı. Burada durup biraz soluklandım ve yanıma su alıp hemen çıktım.
Yarış başlayalı iki saat olmuştu. Saat 8:00’deki serin hava artık yoktu. Hava iyice ısınmış ve Güneş kendini göstermişti. Daha önce yaşamadığım bir sıcağa maruz kalıyordum. Hem tepeden hem de yerden yansıyan güneş üzerimde deymedik nokta bırakmıyordu. Çok sıcak olmuştu.
Yanımda taşıdığım şapka, güneş gözlüğü ve bafı taktım. Güneşten korunabileceğim kadar korunmaya çalıştım. Bu arada hızım iyice düşmüştü. Üçüncü kontrol noktasına gelene kadar neredeyse bitmiş haldeydim. Önümde daha on kilometre vardı. Dinlenmeden devam edemeyeceğimi düşünerek bu noktada biraz oturdum.
İki dakika dinlenmek yetmişti. Hemen toparlanıp yola çıktım. Vakit kaybetmek istemiyordum ve bir an önce bitsin istiyordum. Ama çok acele etmiş olduğumu çok geçmeden anladım. Son sekiz kilometre kala midem bulanmaya ve başım dönmeye başladı. Yeteri kadar su içmemiş olduğumu düşünerek sürekli su içmeye başladım, midem daha da bulandı. Bu esnada doğru karar verememiş ve durumumu iyi gözlemleyememiştim. Aslında ihtiyacım olan tuz’du! Vücudumun tuz kaybetmiş olduğunu düşünemedim. Su içerek tuz kaybını daha da arttırmış dahi olabilirim. Açık alandaydık hava sürekli esiyordu ve havanın sıcaklığıyla terim hemen kuruyordu. Ne kadar terlediğimi kestirememiştim ve çok tuz kaybetmiştim.
Daha fazla koşamadım. Koşmaya yeltendiğim her an midem bulanıyor ve kötüleşiyordum. İşi daha da zora sokmak istemedim ve yolun kalan kısmını yürüyerek tamamladım. Her şeye rağmen, 103 kişinin tamamlayabildiği bu yarışta 38’inci oldum. Yürümeye başladıktan sonra muhtemelen on beş, yirmi kişi beni geçmişti. Bu duruma düşmesem, sonucun daha iyi olabileceğini düşünmek beni motive ediyor. 2019 Yılında bir rövanş yapacağız artık.
Organizasyon alanında gölge bir yer bulmakta zorlandım. Herkes perişandı. Mecburen sponsor firmalardan birinin çadırına sığındım. Biraz gölgelenip, soğuk bir şeyler içince kendime geldim.
Duş alıp kıyafet değiştirmem yavaş yavaş hareket etmemden dolayı bir saat sürdü. Sonrasında zaten eve dönüşler başlamıştı. Bizler o gece de orada kaldık. Her saat kendimi daha da iyi hissetmeye başladım. Bir şeyler atıştırıp güç toplamaya çalıştım. Akşam üstü artık tamamen toparlamıştım.
Kamp alanında sohbet edip uykusuzluktan bitkin düşünce çadırlarımıza çekildik. Yine rüzgar esti, yine çadır yamuldu ama kafamı kaldırıp ne haldeyiz diye bakmadım. Arkadaşlardan da pek ses çıkmadı tabi.
Ertesi sabah kahvaltımızı yapıp, çadırlarımızı topladık. Sabah 10:00’daki ödül törenine katılıp organizasyonla öyle vedalaştık. Bizimle beraber herkes kamp alanından ayrılmaya başlamıştı. Geriye sadece çalışanlar kaldı.
Genel olarak organizasyonun harika bir iş çıkardığını söylemeliyim. Son derece başarılı geçen bir organizasyon oldu. Çalışanlar başta olmak üzere her ayrıntı iyi bir puanı hakediyor. Yine ve her fırsatta katılmak istediğim bir organizasyon olarak takvimime yazıyorum.
‘Runfire Salt Lake Ultra Trail 42K 2018’ için 9 yanıt