Geçtiğimiz pazar günü, İstanbul Yarı Maratonu’nda koştum. Ruth Chepngetich, Kadınlar Dünya Yarı Maratonu Rekoru’nu kırarken, ben de kendi rekorumu kırma peşindeydim. O gün farklı hissettiğim bir gündü. Yenikapı’da bize ayrılan toplanma alanına girdiğimde, kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Sakarya’dan İstanbul’a, iki saatlik araba yolculuğunun ardından otopark bulmak için biraz uğraşmış olsak da pek strese girdiğimi söyleyemem. Genelde sabahın erken saatlerinde bir şehirden bir şehire yolculuk edersem stresli olurum. Yolculuk ne kadar uzunsa stresim o kadar artar. Bu sebeple uzak yerlere konaklamalı gitmeye özen gösteriyorum. Ama söz konusu yarış İstanbul’da olunca konaklamak yerine evimin konforunda bir gece geçirmeyi tercih ediyorum. Böylesi beni daha az yarış stresine sokuyor.
Kendimi iyi hissediyordum çünkü hayatım boyunca ilk defa; olursa olur olmazsa umrumda olmaz havasında bir yarış koştum. İki hafta önce elde ettiğim en iyi yarı maraton süremin verdiği dinlenmeyi haketmişlik duygusu ve yarıştan kalan yorgunluk, bu yarıştan büyük bir beklenti içinde olmamamın en önemli nedenleriydi. Aklımda, çok kötü bir süreyle koşmamak dışında başka bir şey yoktu. Sonuçta iki yıl öncesinden gelen yarı maraton rekorumu daha iki hafta önce kırmıştım.
Diğer taraftan hali hazırda kondisyonumu toparlamış hatta bir parça iyileştirmiştim. Acaba biraz daha zorlayabilir miyim diye düşünüyordum. O gün benden daha hızlı iki arkadaşımla beraberdim. Onların hızlı olmalarını avantaja çevirebilir ve onlarla koşabildiğim kadar koşabilirdim. Biz buna, koşarken bir başkasına tutunmak diyoruz. Gerçek anlamda tutmuyorsunuz tabii sadece peşlerine takılıp, onlarla beraber koşuyor ve tempoyu onların belirlemesine izin veriyorsunuz. Bu sayede aklınız yarışın gidişatından çok vücudunuzu dinlemekle meşgul oluyor. Tabii bu durum koşucuya oldukça avantaj sağlar.
Ben de bu avantajlı durumdan faydalanmalıydım. Hava benim için ideal gibiydi. Kendimi iyi hissediyordum. İyi dinlenebilmiş değildim ama bir yarış daha koşabilecek enerjim de vardı. En önemlisi rüzgar yoktu!
Pandemi sebebiyle yığılma olmasın diye dalgalı başlangıç yapılıyordu. Biz yarış başladıktan 15 dakika sonra 3. dalgayla başlangıç yaptık. Beklediğim üzere hızlı bir çıkış oldu. İlk kilometreler nasıl geçti anlamadım. Haddim olmayan hızlarda koşuyordum. Açıkçası ortama uyuyordum sadece. Grup akıp giderken, hızıma veya nabzıma bakmadım. Nefesimi kontrol altına alıp iyi bir ritim yakaladım.
Gülhane Parkı’na yaklaşırken ilk yokuşla karşılaştık. Buradaki hafif tepelik, düşük eğimli ama yaklaşık 500 metre uzunluğundaydı. İlk zorlandığımız yer burası oldu. Hemen ardından yokuş aşağı Sirkeci’ye doğru inişe geçtik. Kaybettiğimiz hızı burada telafi ettiğimizi sanıyorum. Sirkeci Vapur İskelesine yaklaşırken de ilk 5 kilometreyi tamamlamış olduk. Buradaki su istasyonuna uğramadım zira hava çok serindi ve bu parkurda su problemi yaşama ihtimalimiz hiç yoktu. İhtiyacım olduğu anda su bulmam mümkündü.
Sirkeci’nin hemen ardından Galata Köprüsü’ne çıktık. Köprünün sonunda, Karaköy’de u dönüşü yapıp Sirkeci’ye geri döndük. Buradan sonra parkuru iyi biliyordum. Birkaç hafif iniş-çıkış bizi bekliyordu. Haliç’in kıyısından Balat’ı geçip Ayvansaray’a kadar gidip, Haliç Köprüsünün altından geri dönecektik. O dönüşten sonra yarışın son bölümüne gireceğimiz için kalan tüm gücümle koşabilecektim. Haliç Köprüsü dönüşüne kadar aklımda sadece gruba tutunmak vardı. Şayet diyordum, kendi kendime, şayet dönüşe kadar dayanabilirsem kalan mesafeyi güvenli bir hızda tamamlayıp daha iyi bir süre elde etmem mümkün olacaktı. Dönüşe kadar pes etmeyeyim yeterdi.
Bu düşünceyle Balat’a kadar sabrettim. Balat’ta 10 kilometre geçişinde saatime baktığımda en iyi 10K süremi yaptığımı farkettim. Bir yarı maratonda en iyi 10K süresini elde etmek pek ideal olan bir şey değil lakin hızlı gittiğimin en iyi ispatıydı. Dönüşe kadar yine de pes etmedim. Lakin dönüşten sonra grup çözülmeye başladı. Halbuki önümüzde hala uzun bir yol vardı.
Gruptan iki kişi bir birimize güç vererek koşmaya devam ettik. Yarışın ilk yarısından bir parça daha yavaştık ama koştuğumuz hız hâlâ en iyi süremin ortalama hızındaydı. Bunun anlamı şayet tükenmeden yarışı tamamlayabilirsem yeni bir en iyi süre gelecekti. Bunu anladığım andan itibaren hızımı korumaya odaklandım. Hissiyatım beni yanıltmıyorsa, enerjim yarışın sonuna kıtı kıtına yetecekti.
Sirkeci’den Gülhane yokuşuna tırmanmaya başladığımda, rüzgarı hissetmeye başladım. O saate kadar problem olmamıştı ama şimdi vücudum yorgundu ve rüzgara mukavemet gösteremiyordu. Yokuş bir yanda, rüzgar bir yanda olunca hızım bir parça daha düştü. Yarışın ilk yarısında elde ettiğim avantajı kaybetmekten korkmaya başladım. Yağmur da çiselemeye başlayınca, umutsuzluğa kapıldım. Kıl payı en iyi süremi elden kaçıracak gibiydim.
Yanımdaki son arkadaşım da benden ayrıldı. Aramızdaki mesafe her kilometrede giderek açılıyordu. Artık yalnız koşuyordum. Son üç kilometre sürekli saatime bakar oldum. Süremi hesaplayamıyordum. Olacak mı olmayacak mı? İki artı ikiyi toplayamaz durumdaydım, sağlıklı bir süre hesabı yapmam mümkün değildi. Bu glikojen depolarının tükenmenin eşiğinde olduğumun bir göstergesidir. Bir sonraki aşamada baş dönmesi ve denge kaybı oluşur. Onu takiben, beyin eldeki son glikojeni kendine ayırabilmek için kasların işleyişini durdurur ve emeklemekten (veya sürünmekten) başka şansınız kalmaz. Bu sebeple bitiş çizgisine metreler kala yere yığılan sporcular görürsünüz. Çünkü hepsi o son metreleri tamamlayabileceğini düşünür, yani hesaplar hep kıtı kıtına yapılır.
Neyseki benim hesabım tutmuş. Bitiş çizgisinden 1 saat 34 dakika ve 27 saniyede geçtim. Yani iki hafta önce elde ettiğim en iyi süremden 2 dakika daha iyi! Çok mutluydum. Geçen yıldan beri yaşadığım sürantrene halininden tamamiyle kurtulmuş ve oyuna tekrar dönmüştüm. Daha da iyisi kondisyonumu geliştirmiştim.
Başarmışlığın verdiği dikkat eksikliğinden dolayı rüzgarın şiddetinin artırdığını fark etmem uzun sürdü. Terli terli, soğuk rüzgarda kaldım. Bu hatayı daha önce de yaptığımı hatırlıyorum. Durumun farkına varır varmaz hemen kat kat giyinip ısınmaya çalıştım. Bu arada madalya almayı da unutmuşum. Madalyalar normalde bitiş çizgisinde hemen verilir ama pandemi dolayısıyla çıkışa yakın bir çadırdan dağıtılıyormuş. Geri dönüp madalyamı da aldım.
Sonrasında çok vakit kaybetmeden toplanıp, Sakarya’ya doğru yola çıktık. Yol boyunca yarışın kritiği yapıldı ve akılda kalanlar konuşuldu. Ömür boyu hatırlanacak keyifli bir gün geçirdik ve sağ salim evlerimize dağıldık…
Bilgilendirme: Koştuğum diğer yarışlara ait yarış raporlarını ve/veya yarış hikayelerimi “Yarış Raporu” etiketi altında bulabilirsiniz.
Tebrikler 👍 terleme ve terin rüzgarda soğumasına takıntılı biri olarak, giyinmek yerine üstü soyunup ıslak olmayan kıyafetlerle kalmak daha iyi olmaz mı.Belki yanlış anlamışımdır.
Kadınlar yarımaraton Dünya rekoru da kırıldı o Sağlıklı günler.
BeğenBeğen
Teşekkürler Fatih Bey… Evet haklısınız, ıslak kıyafeti değiştirmek yapılacak en doğru hareket. Lakin çok geç kaldım, eşyalarıma ulaşana kadar tepeden tırnağa kuruyup donma evresine geçmiştim bile. O aşamadan sonra bir faydası olmayacağı için ne bulduysam hemen üstüme giydim. 😀
BeğenBeğen