Vodafone İstanbul Maratonu 42K 2019

Bir atlet yarışta istediği süreyi tutturamazsa yüzlerce bahane üretebilir. Özellikle uzun yarışlarda bahane üretecek çok zamanı olur. Geçen pazar günü İstanbul Maratonunda koştum ve daha yarışın başında, istediğim süreyi tutturamayacağımı anladım. Ne olduğuna ve nerede yanlış yaptığıma dair uzun uzun muhasebe yapmakla geçirdim bütün haftayı. Tabii ki her zaman her şey yolunda gitmiyor ama yine de kendinizde hatalar arayıp düzeltmeye çalışmak bu işin doğasında var. Bu şekilde gelişiyor ve daha iyi hale geliyorsunuz…

Yarıştan birkaç gün önce karbonhidrat yüklemesine başlayıp iyi beslenmeye çalıştım. Alışık olmadığım bir şey yememeye özen gösterdim. Su tüketimimi artırıp yarış gününe hazırlandım. Son günün akşamı, yemeği yedikten sonra beslenmeyi bırakıp, gecesinde de erkenden yattım. O kadar erken yatmaya alışık olmadığım için uykuya dalmakta biraz zorlandım ve bu sebeple parça parça uyabildim. Sonuçta biraz uyudum, saat beş gibi kalktığımda uykusuzluk hissetmiyordum. Her zamanki gibi hafif bir kahvaltı yapıp yola çıktım. Bu yaşadıklarımı daha önce de yaşamıştım. Strese girmedim ve hiçbir problem yaşamadım. Ta ki başlangıç çizgisinde yerimizi alana kadar.

Başlangıç çizgisinde hava soğuktu ya da bana öyle geliyordu. Bir şeyler ters gidecek gibiydi. Heyecandandır diye düşündüm. Soğuktan ellerim titremeye başladı. Hava soğuktu işte, yarış bir an önce başlasa da koşsam diye düşünmeye başladım. Koşmaya başladım mı, soğuğa bana mısın demezdim. Neyse ki yarış tam vaktinde başladı. Elimde video kameram sevinçle koşmaya başladım.

Bu yıl bitirme sürelerine göre ayrımlar yapıldığı için yavaş koşuculardan kaynaklı bir problem yaşamadık. Gerçi ben planımdan hızlı başladım ama çok sıkıntı yaşatacak bir şey yoktu. Köprünün yoğun olmayan tarafından koşmaya başladığım için önüm neredeyse boştu ve bu beni biraz hızlandırdı.

Köprüden sonra hafif bir yokuş çıkmaya başladık. Bu yokuşta kendi yerimi buldum ve bir grupla koşmaya başladım. Her şey yolundaydı. Barbaros bulvarından Beşiktaş’a indik ve oradan da Tophane’nin yanından Karaköy’e doğru koştuk. Bu bölüm maratonun en güzel ve en iç açıcı bölümdür. Sadece burayı koş, sonra istersen yarışı bırak.

Yol boyunca, koşanlara destek vermeye çalışan izleyicilerin yoğun ve coşkulu tezahüratı ile Galata Köprüsü’ne vardık. Köprüye gelene kadar binaların arasından koşmuştuk ve güneşin yakıcı etkisini hissetmemiştik. Köprüye adımımı atar atmaz yüzümün sol bölümünün yanmaya başladığını hissettim. Ani ve hissedilir bir yanmaydı. Bir saat önce soğuktan tirtir titrerken şimdi sıcakla boğuşacaktık. “Bu hiç iyi olmadı!” dedim kendi kendime. Moralimi bozmamaya çalışarak Sirkeci ve Gülhane arasındaki yokuşu çıkmaya başladım. Solum deniz, sağım ağaçlarla kaplı bir parktı. Bu bölümden geçerken güneşi tamamen unuttum.

Kısa parkurda koşanlar on beşinci kilometrede yarışı bitiriyordu. Bu bölümden sonra istanbul maratonu otobanda koşulur; sağın solun asfalt ve betondur. Zeytinburnu dolaylarından sonra da sıkı bir rüzgar eşlik eder size. Yani maratonun en zorlu bölümü burasıdır.

Bu bölümde koşmaya başlayınca artık yüzümün tamamı yanmaya başlamıştı. Hava sıcaklığı artmıştı ve yaz mevsimini aratmıyordu. Çok hızlı bir şekilde su ve tuz kaybetmiş olduğumu tahmin ediyorum. Sürdürdüğüm hızın beni yarı yolda bırakacağını hissetmeye başladım. Önce bol su içtim. Tuz eksikliğim daha ağır basmış olacak ki midem bozuldu. Cebimde her zaman küçük bir poşette kaya tuzu taşırım. Bu gibi sıcak havalarda tuz kristallerini şeker gibi ağzıma atarım. Hemen bir parça tuz alıp durumu dengelemeye çalıştım. Pek yeterli gelmedi. Poşetin yarısını ağzıma attım.

Bir süre sonra normale döndüğümü hissetmeye başladım. Hızım hedeflediğimden daha yavaştı ama bu hızda problemsiz ilerleyebiliyordum. Ben de şansımı daha fazla zorlamamaya karar verip o anki hızımı korumaya çalıştım.

Ataköy civarlarında dönüp, geldiğimiz yoldan geri koşmaya başladık. Bu bölümden sonra güneş arkamızda kaldı. Kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Hızımı bir miktar artırıp durumumu ölçüp biçtim. İyi gidiyordum ama yeterince hızlanamadım. Hava iyice ısınmıştı ve daha fazla zorlamayı gereksiz buldum. Nasıl olsa istediğim süreyi tutturmak için çok geçti artık. Hızımı koruyup yarışın sonuna kadar orta tempo koştum.

Kısa parkurun bitiş alanına geri döndüğümüzde tekrar insanlarla karşılaşmaya başladık. Bizlere destek olmaya çalışıyorlar ve kalan son kilometrelerimizi tamamlayabilmemiz için tezahürat yapıyorlardı. Parkur boyunca baygınlık geçirenler, midesini boşaltanlar ve ayakları düğümlenenler gördüm.¹ Hava sıcak olduğu için koşucular bir bir dökülüyordu. Yarışın bu anına kadar iyi beslenmiş, tuz takviyesi almış ve su tüketimimi düzene koymuştum. Bazı su kontrol noktalarında bulabildiğim sporcu içeceklerinden de takviye almıştım. Kaybettiğimi düşündüğüm elektrolitleri yerine koymak için dikkatli olmaya çalışıyordum. Nihayetinde yarışı rahat bir şekilde bitirebildiğim için bu noktada doğru kararlar verebilmiş olduğumu düşünmekteyim.

Yarışın son bölümü Gülhane Parkının içinden geçerek Sultan Ahmet Meydanında son buluyordu. Gülhanenin içi ağaçlarla kaplı olduğu için serin bir hava hakimdi. İyice kendime gelmiştim ama artık bacaklarım daha fazla hızlanmama müsade etmiyordu. Yarışın bitiminden hemen önce hafif bir yokuş da tırmanmamız gerekecekti. Daha fazla zorlamadım. Bitiş çizgisinden keyifle geçtim.

Sultan Ahmet Meydanında kurulan alanda, bitirenlere su ve besin maddeleri ikram edildi. Daha fazla vakit kaybetmeyip ilk bulduğum müsait alanda dinlenmeye ve yiyip içmeye başladım. Dinlendiğim noktadan yarışı bitiren diğer arkadaşlarımı karşılayabiliyordum. Gelene seslenip yanıma oturttum. Bir süre sonra hepimiz yarışı tamamlamış ve yeterince dinlenmiştik. Mutlu ama hedeflediği süreyi tutturamamış bir grup atlet olarak bahaneler ürete ürete eve döndük.

¹ Yarış esnasında görülen bu rahatsızlıkların genel nedeni vücuttaki su ve elektrolit dengesinin bozulmasıdır. Sıcak ve güneşli havalarda daha sık görülür.

Yorum bırakın