Uludağ Premium Ultra Trail 30K 2023

Koşma bahanesiyle gezdiğim yerlere bir yenisini daha ekledim. Sadece kış mevsiminde birkaç kez gördüğüm Uludağ’ı. Yaz mevsiminde günlük güneşlik bir günde de görebilme şansım oldu. Dağın birçok yerine sadece yaz mevsiminde gidilebileceğini de hesaba katacak olursak. Benim için son derece çekici bir yarış olduğunu söyleyebilirim.

Bu yıl dördüncü kez düzenlenen bu organizasyona çeşitli sebeplerden dolayı daha önce katılamamıştım. İlk düzenlendiği 2019 yılında Tuz Gölü‘nde koşacaktım, ikinci yıl pandemiden dolayı iptal oldu, üçüncü yıl İznik Ultra yaz mevsimine ertelenmişti, dördüncü yıl yeğenlerimden birinin düğünü aynı güne denk geldi ve beşinci yıl yani yarışın dördüncü edisyonuna katılmam için nihayet bir engel kalmamıştı.

Bir yandan da patika yarışları arttı, tabii katılacak birçok yarış da vardı. Düşünüp düşündükten sonra bu yarışı hazırlık yarışı olarak planlamaya ve yarış mesafesini göreceli kısa tutmaya karar verdim. Daha önceki yıllarda katılanlardan öğrendiğim kadarıyla yarış oldukça zorlu bir parkura sahipti. Bu yarışta herhangi bir mesafeyi hedef yarış olarak koşarsam önümüzdeki bir iki ay boyunca koşmak istediğim diğer yarışları koşamayabilirdim. Bu yazıyı yarışı koştuktan bir hafta sonra yazıyorum. Verdiğim kararın çok yerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü parkur gerçekten zorlayıcıydı.

Yarışa katılacak birkaç arkadaşımızla birlikte cuma günü Uludağ’a geldik. Zorunlu malzeme kontrolü ve diğer işlemlerden sonra sakin bir köşede dinlenmeye çekildik. Bazı arkadaşlarımız çadır kampı kurdu bazılarımız da otelde konakladı. Çadır kurmak çok cazip ve zahmetsiz bir tercih fakat çadır alanı organizasyona olan talepten dolayı hemen dolmuş. Şayet çadır konaklaması yapacaksanız elinizi çabuk tutmanızda yarar var. Tabii ortada kalacak değilsiniz. Birkaç arkadaş, kamp alanı dışında çadırlarını kurdular. Uludağ oteller bölgesi o kadar kalabalıktı ki görevliler kamp alanı dışında küçük kamp alanları kurulmasına müsade etti. Tek olumsuz tarafı; lavabolara uzak olmalarıydı. Şayet uzun bir yarış koşacaksam strese girer sık sık lavaboya gitme ihtiyacı hissederim. Diğer yandan yarışa gireceğim için su tüketimim de artmıştır muhtemelen. Kamp yapacakların bunları göz önünde bulundurmasında yarar var. Bu yazdıklarım dışında herhangi bir güvenlik problemi veya rahatsızlık yaratacak herhangi bir durum yok. Keyifle kamp yapılabiliyor.

Yarış cumartesi sabahı başlayacağı için gecesinde iyi bir uyku çekip dinlenmek mümkün oldu. 66K ve 100K koşacaklar sabah saat 06:00’da başladılar. Uzun mesafe koşacak arkadaşlarımı yolcu etmek için ben de başlangıç alanındaydım. Hava aydınlanmıştı ve gayet ılık bir hava vardı. Birçoğu üstüne sadece tişört giyerek yarışa başladı çünkü hava koşmak için idealdi.

Benim koşacağım 30K parkurunun başlangıcı saat 08:00’di. Çok fazla bir zaman kalmadığı için tekrar yatıp uyumak mantıklı gelmiyordu. Bu zaman diliminde her zamanki gibi kahvaltı yaptım. Bol bol sıvı tükettim. Birkaç kez lavaboya gittim. Yarışa yarım saat kala %95 hazırdım.

Eksik olan tek şey yarışa ısınarak başlamamdı. Bulabildiğim en düz alanda hafif tempo koşarak ısınmaya başladım. Bu arada zamanın algıladığımdan hızlı geçtiğini fark etmiş ve biraz paniklemiştim. On dakika kadar ısındıktan sonra başlangıç alanına girdim. Bu mesafeye yaklaşık 500 kişi katılıyordu ve alan oldukça kalabalıktı. Biraz ilerlemeye çalıştım. Sanırım ortalara yakın bir yerde kalmak durumunda kaldım. Çok geçmeden yarış başladı.

Dar bir koridordan geçip asfalt yola çıktık. Yola çıktığımızda ön gurubun arayı şimdiden açmış olduğunu gördüm. Dar bir alandan başlamak, sürelere göre çıkış kapılarının olmaması ve daha ilk 10 metrede iki dönüşünün olması başlangıcı giderek yavaşlatmıştı. Şayet bir yarışta 100 kişiden fazla insan varsa, ITRA puanlarına göre çıkış kapısı tayin edilmeli. Bunu burada yazıyorum çünkü, Uludağ Ultra’yı bu kadar iyi organize edebilenler, önümüzdeki yıllarda bu işi de çözerler.

Benim için bir yarışın başlangıcı, yarışın %25’idir. Parkurun kestirme yapmaya müsait olmaması %25, parkurun makul bir şekilde işaretlenmesi %25 ve diğer etkenler %25. Yani mümkün olan en adil şartlarda yarışmak isterim. Kontrol noktalarında ne vardı ne yoktu umrumda olmaz. Sadece su versinler benim için yeterlidir.

Yarış başlar başlamaz yokuş çıkarak yola koyulduk. Yokuşu çıkarken tanıdık simalarla selamlaştık ve çok pozitif bir enerjiyle ilerledik. Parkuru bilmediğim için gözüm hep ilerlerdeydi. Kıvrıla kıvrıla telesiyej hatlarına vardık. Canlı müzik eşliğinde 2’nci kilometeredeki kısa tırmanışı geçtik. Sonrasında ormanın içine doğru inişimiz başladı.

Uludağ’ın sık bir bitki örtüsü var. Zaman zaman patikalar kesişiyor ve daha geniş patikalara dönüşüyor ama temelde tek kişinin ilerleyebileceği patikalardan oluşmakta. Ağaçlar uzun ve dalları güneşi kesecek kadar geniş. Yarışın neredeyse tamamında ağaçların gölgesi altında koştum. Yaz mevsimi olması ve havanın çok sıcak olmasına rağmen, Uludağ serindi ve patikada ağaçlar güneşi kesiyordu. Tabii ki sonbahar havası beklemeyin, hava sıcaktı ama daha az zorlanıyorduk. Bitki örtüsü yazın olumsuz yanını hissettirmiyordu bize.

Bu arada ne bir böcek ne de bir sinek çıktı karşıma. Nedendir bilemiyorum. Hava berrak ve temizdi. Patikalar tek keşilikti ama üstünüzü başınızı çizecek çalılar yoktu. Birkaç kez çalılarla kaplı yerlerden geçmiş olsak da problem olmayacak kadar kısa süreliydi. Daha çok ağaçların sarkan dallarından kaçmak zorunda kaldım.

Dağdan aşağıya kontrollü bir hızla inmeye devam ettim. Bu kısımda patika, açığa çıkmış ağaç kökleri ve irili ufaklı kayalar içeriyordu. Yokuş aşağı koşarken bir kaza yaşanması muhtemel olduğundan kontrollü inişimi sürdürdüm. Önceki Sapanca Ultra yarışında böyle bir yerde düşmüştüm. Bu sebeple daha kontrollü gidiyordum. Ağzım yanmıştı ve her şeyi üfleyerek yiyiyordum.

Bir süre sonra tozlu orman yollarına girmeye başladık. Bir patikaya giriyor ve bir başka yerden yola tekrar çıkıyorduk. Derken tamamen toprak dağ yollarından ilerlemeye başladık. Zeyniler isimli meşhur köye varana kadar bu böyle devam etti.

Zeyniler köyü; Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanındaki Feride hanımın ilk tayin edildiği köymüş. Romanda bu köy uzun uzun tasvir edilmiş. Bu köyün meşhur olmasının sebebi bu. Tabii itiraf etmeliyim bunu bildiğim falan yoktu lakin buradaki herkesin dilinde bu vardı. Hoş bir bilgi sonuçta.

Bu köydeki kontrol noktasından da çok hızlı bir şekilde çıkmayı başardım. Bu saate kadar bir enerji jeli ve bir adet Mixmey meyve barı tüketmiştim. Burada çeyrek portakal ve yarım limon yiyip, suyumu doldurdum. Aşağı yukarı 60 saniye içinde buradan ayrıldım.

2000 metre rakımdan başlayan yarış 800 metreye kadar inmişti. Kol saatim toplam irtifa kaybımızı 1500 metre gösteriyordu. Sonraki bir iki kilometre boyunca göreceli düz bir şekilde ilerledikten sonra saatime göre 20. kilometrede hayatım boyunca karşılaştığım en dik ve en uzun çıkışa başladım. 100 katlı bir gökdelene merdivenleri kullanarak çıktığınızı hayal edin. Sonra bir dakikada asansörle indiğinizi ve aynı merdivenleri bir daha çıkmaya başladığınızı hayal edin. Bu iki çıkışı tamamladıktan sonra son bir kez daha merdivenleri yeni baştan çıkın. İşte aşağı yukarı böyle bir çıkıştan bahsediyorum.

Çıkışın dikliği gözümü korkutmamıştı. Tam tersi avantaj sağlayacağımı ve yavaşlayan birçok koşucuyu geçme şansım olacağını düşünüyordum. Baton kullanmanız faydalı olabilir ama ben baton kullanmayı tercih etmedim. Kullansaydım iyi olurdu ama bu mesafede rahat olmayı ve ellerimi boş tutmayı daha çok seviyorum.

Bu tırmanış 4 kilometre sürdü. Yol boyunca birçok çeşme vardı. Buz gibi akan taze suyu, hem serinlemek için hem de içmek için kullandım. Su olmasaydı daha zor olurdu. Yanımdaki suyu ihtiyatlı kullanmaya çalışırdım ve daha az konforlu ilerlerdim. Bu kısım en çok korktuğum yerdi ama bu kaynak sularıyla en keyifli geçen bölüm oldu. (Bu arada aslında dayanıklılık sporları mental bir süreçtir, bu çıkışı sevdiğinizi düşünmeniz pozitif etki yaratır.)

Çıkış bitmiş gibi görünüyordu ama oteller bölgesi henüz görünürde yoktu. Uludağ’ın zirvesi çok uzakta görülebiliyordu ve bunun anlamı daha da çıkışımızın olduğuydu. Çıkışın devamına kadar bacaklarımı dinlendirmek için hafif tempo koştum. Bu alanda bir kontrol noktası daha çıktı karşıma. Tekrar suyumu doldurdum ve yola devam ettim. Ağaçlar bu alanda seyrekti ve doğrudan güneş altında kalıyorduk. Saatin ilerlemiş olmasını da hesaba katarsak hava iyice ısınmış ve güneş etkisini göstermeye başlamış olmalıydı. Önümde ve arkamda birkaç koşucu haricinde kimse yoktu, bu sebeple daha fazla zorlamadan yarışı tamamlamaya karar verdim. Hızlansam belki önümdeki koşucuyu yakalardım “ama ne pahasına” diye düşününce gereksiz olduğuna karar verdim. Pozisyonumu korumaya çalışmak daha mantıklı geldi.

Çok zaman geçmedi ki tekrar tırmanmaya başladık. Bu seferki olağan ve alıştığımız tırmanışlardan biriydi. Çok sert değil ama yolun tamamına yayılmış yer yer koşulabilen bir eğime sahipti. Planıma sadık kalıp yeri geldiğinde koşup yeri geldiğinde yürüyerek son kilometrelere geldim.

Bitiş çizgisinin olduğu alan gözümün önündeydi artık. Sıcaktan bunalmıştım, yorulmuştum ve suyum azalmıştı. Son gücümü kullanıyorum gibi hissediyordum. Şayet yarışa devam edecek olsaydım buradaki kontrol noktasında birkaç dakika soluklanıp, yiyip içmem gerekirdi. Neyseki yarış bitmek üzereydi bu sebeple hızımı korumaya çalıştım.

Bu bölüm asfalt ve trafiğe açık bir yoldu. Yorgun yorgun, güneş altında, bayır yukarı koşmaya çalışıyordum. Kaldırım olmayan bu dar yolda arabalar bizi sıkıştırıyor ve önemsemiyorlardı. Şansımıza tüm Türkiye, o gün Uludağ’daydı sanki. Sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Yan yana dizilip yürüyen insanlar da pek yardımcı olmuyorlardı. Bitiş çizgisine ulaştığımda stres kat sayım oldukça yükselmişti. Son iki kilometre beni germeye yetti. Önümüzdeki yılarda parkur kesinlikle asfata çıkmamalı.

Kazasız, belasız bitiş çizgisine vardım. Bitirenlere özel bir alan ayırmışlar ki bu mükemmel bir düşünce olmuş. O kalabalıkta kendimi atacak yer aramak istemezdim doğrusu. Bu şekilde rahatlıkla madalyamı ve sonrasında yiyecek bir şeyler alabildim. Hatta bir şemsiyenin altında gölge bir yer bulup biraz dinlenebildim bile.

10-15 dakika kadar dinlendikten sonra alandan ayrıldım. Hemen sonrasında arkadaşlarımdan bazılarıyla görüşebildim. Genel olarak herkes çok keyifliydi. Güzel bir günde, güzel bir coğrafyada, güzel bir yarış koşmuştuk. Ardından sakatlık yaşayan bir arkadaşımızdan haber aldık. Daha sonra üstüne birinin düştüğü bir arkadaşı beklemeye başladık. Hâl böyle olunca insanların parkurda teker teker döküleceğine dair bir endişem oldu. Arka arkaya aldığımız iki kötü haberin etkisi büyüktü tabii. Neyse ki başka bir problem yaşanmadı. Diğer arkadaşlarım da yavaş yavaş yarışlarını sağ salim bitirdiler.

Akşam üstü son gelenleri karşılamak için 66K parkurunu 2 kilometre kadar tersten yürüyerek 200 metre kadar tırmandım. Burada bir kontrol noktası vardı. Kontrol noktasındaki gönüllü arkadaşlarla sohbet edip vakit geçirdim. Sohbet ilerleyince; dağın tepesine taksi çağırmak isteyen koşucular olursa şaşırmamaları gerektiğini ve o durumda neyle karşı karşıya olduklarını anlatmaya çalıştım. Böyle bir şey yaşamamışlardır umarım ama en azından biz koşucuların fizyolojik ve psikolojik durumundan kaynaklı yaşadıkları anormallikler hakkında fikir sahibi olmuşlardır. Hazırlıklı olmaktan zarar gelmez elbet.

Son arkadaşlar da gelene kadar oradaydım. Güneşin batışını izleyerek, dağdan aşağı inerken bu yarışa dair yazdığım bu hikayenin sonunu getirmek için uygun bir mekan olduğunu düşünüyordum. Güzel Uludağ bizleri iyi karşılamıştı. İyi bir organizasyon ve orada görevli harika insanlarla mükemmel bir zaman geçirmiştim. Her birine ayrı ayrı teşekkürler…

Yorum bırakın